Sofistik
19 Şubat 2014 Çarşamba
31 Ocak 2014 Cuma
Hâl Dili
Hâl Dili
Abdullah Demirtaş | Kasım 2013 | HÂL DİLİ

Sûfilerin büyüklerinden Ebu Abdurrahman Sülemî k.s. şöyle der:
“Allah Tealâ’nın, gizli ve açık bütün hallerinde, bütün işlerinde seni görüp gözettiğini ve her haline şahit olduğunu düşün, sakın unutma!”
Uyûbü’n-Nefs
Vaizlere Kılavuz
İmam Gazâlî k.s. vaizlerin uyması gereken edepleri şöyle açıklar:
• İnsanlara karşı kibirlenip büyüklenmemek,
• Yüce Mevlâ’sına karşı her zaman edebini muhafaza etmek,
• İhtiyacını sadece her şeyi yaratan Rabb’ine arz etmek,
• Kendisini dinleyenlerin sohbetten faydalanmasını arzu etmek,
• Kendi ayıplarını bilerek nefsini küçük görmek, gurura kapılmamak,
• Dinleyenleri kurtulmuş görüp, onlar hakkında iyi şeyler düşünmek,
• Kendi hali için endişe edip korku ile ümit arasında olmak,
• Saygınlığını korumak için dinleyenlerden hediye, ikram gibi şeyler beklememek,
• Uyarılarında şefkatli ve kibar davranmak,
• Kendisini dinlemeye yeni başlayanlarla yakından ilgilenmek,
• Nasihat ve tavsiyelerinin dinleyenler tarafından uygulanacağına inanmak.
İmam Gazâlî, el- Edebü fi’d-Dîn
Tövbe İşaretleri
Ebu Leys Semerkandî rh.a, “Tenbîhü’l-Gâfilîn” adlı eserinde hikmet ehli bir zatın şöyle söylediğini nakleder:
“Kişinin tövbe ettiği şu dört işaretten belli olur:
• Dilini faydasız sözlerden, yalan ve gıybetten uzak tutar,
• Kalbinde kimseye karşı haset ve düşmanlık beslemez,
• Kötü arkadaşlarını terk eder,
• Ölüme hazırlıklı olur,
• Geçmişte işlediği günahlara pişmanlık duyar ve ibadet etmeye gayret gösterir.”
En Değerli Sermaye
Nakşibendî yolunun büyüklerinden Mevlâna Halid Bağdâdî k.s. şöyle der:
“Mürid, her şeyin sahibi olan Allah Tealâ bir daha mühlet vermeyebilir düşüncesiyle hiçbir anını boşa harcamaz. Vaktini ancak yüce Allah’ı zikretmeye ve Rabbi ile beraber olmaya, O’nunla huzur bulmaya harcar. Kendini ölmüş, üzerine kefeni sarılmış ve kabre konulmuş olarak kabul eder. Kendisine rahmet edilerek yalnızca Allah Tealâ’yı zikretmek için mezardan çıkmasına izin verildiğini, her an geri dönme emrinin verilebileceğini düşünür.”
Mevlâna Halid Bağdâdî, Halidiyye Risalesi
Kervan Göçtü Biz Kaldık
Habib-i Acemî k.s. hazretlerinin Amra isminde saliha bir hanımı vardı. Gece kendisini kaldırır ve şöyle derdi:
– Ey Efendim kalk, gece bitti! Önümüzde uzun bir yol var, azığımız ise az. Salihlerin kafileleri önümüze geçtiler, biz ise geride kaldık.
İmam Yâfiî, Ravzu’r-Riyahîn
Doktor Hasta ise
Fudal b. İyaz şöyle der:
– Alim dinde tabiptir. Mal sevgisi ise hastalıktır. Doktorun kendisi bu hastalığa yakalanırsa nasıl olur da başkalarını tedavi edebilir?
Ravzu’r-Riyâhîn
Hikmet Pınarı
“Allah’ı tanımanın evveli hayrette kalmak, sonrası maksuda ulaşmak, ondan sonrası Allah’tan başkasına ihtiyaç duymamak, en sonu da muhabbettir.”
Zünnûn-ı Mısrî k.s.
“Ey nefsim! Kendini başıboş zannetme! Zira şu dünya misafirhanesine hikmet nazarıyla baksan, hiçbir şeyi nizamsız, gayesiz göremezsin. O halde sen nasıl nizamsız, gayesiz kalabilirsin?”
Bediüzzaman Said Nursî rh.a.
“Mürşide muhabbet beslemek, ihlâs ve edep sahibi olmayı gerektirir. Çünkü bir kimseye muhabbet besleyen kişi, sevdiğine karşı edepli ve samimi olur.”
Mevlâna Halid Bağdâdî k.s.
6 Haziran 2013 Perşembe
Nefs ve Ahiret Hesabı
Nefs ve Ahiret Hesabı
Mehmet Ildırar | Eylül 2006 | SOHBET

Bilmemiz gerekir, nefs bütün kötülüklerin başıdır. Alimler, veliler, nefsin şerrinden Allah’a sığınmayı, şeytanın şerrinden sığınmaktan yetmiş derece daha lüzumlu görmüş ve Allah’a sığınmışlardır. Çünkü şeytan bazı şartlarda insanı terk eder. Allah’a takva ile yaklaşan kullara şeytan bir şey yapamaz. Ama nefs-i emmare öyle değildir. Hayatı boyunca insanın peşini bırakmaz.
Allahu Azimüşşan ve Tekaddes Hazretleri şöyle buyurmuşlardır:
“Ama kim Rabbinin makamından korkup da nefsi hevadan nehyetmişse, varacağı yer muhakkak cennettir.” (Naziat, 40-41)
Nefsi nehyedeceğimiz, yasaklayacağımız bu heva nedir? Müfessirler şöyle mana vermişler:
Nefsin hevası, ahirete hiçbir faydası olmayan, sadece dünyevî menfaatler için nefsin lezzet duyduğu, haz duyduğu her şeydir. Dünya lezzetleri için olan şehvet ve gazap hisleridir. Bunun için kim nefsini dünyanın lezzet ve şehvetinden men ederse muhakkak varacağı yer cennettir.
Nefsini hevasından men etmek bir müminin vazifesidir. Nefsin hevası dediğimiz zaman beşerin zarurî olan dünya ihtiyaçları bunu dışındadır. Bir mümin Allah’a kulluk için yemek, içmek, giyinmek gibi ihtiyaçlarını karşılamakla mükelleftir. Bunlar ile iştigal etmek heva sayılmaz. Çünkü bu Allah’ın hükmüdür, fermanıdır.
Yemeden, içmeden, giyinmeden hacet miktarınca dünyadan istifade etmeden yaşamak mümkün değildir. Ama bu zaruret miktarının dışına nefsin şehvet ve gazap duygusu tesiriyle çıkarak kudsî vazifeyi unutmak hevadır.
Rasul-i Kibriya s.a.v. Efendimiz, harpten dönen İslâm ordusuna şöyle buyurmuştur:
- “Küçük cihaddan büyük cihada döndük.”
Ashab-ı Güzin r.a.:
- “Ya Rasulallah, biz muharebeden döndük. Kan akıttık, can verdik, mal verdik. Bu büyük cihad değil midir?” diye sordukları zaman Beşeriyetin Sultanı s.a.v. şöyle buyurmuştur:
- “Büyük cihad, kişinin nefsiyle mücadelesidir.”
İnsanın ömründeki muharebeler sayılıdır. Bir insan ömründe belki bir, bilemedin iki muharebe görür. Ama her göz açıp kapayışta, her nefes alışverişte nefsle bir muharebe bahis konusudur. Ya seni Allah’a iman dairesinde amel-i salihe götürür, ya da fıtratındaki heva ile, şehvet ve gazapla, Allah’ın yolundan uzaklaşmaya götürür. Bu ise insan için en büyük hüsrandır.
Rasullulah s.a.v. Efendimiz:
“Asıl mücahid, Allah’a itaat uğrunda nefsi ile mücadele edendir.” buyurmuştur.
Allah’a itaat etmekte direnen nefse uymayıp ondan gelecek eziyete sabretmek gerekir. Dünyadaki eziyetine sabır, bizi ahiretteki eziyetinden korur. Zira kıyamet günü nefs insanla husumete kalkışır, kavga eder, neden kendisine uyup da bugüne varacağının hesabını yapmadığını sorar insandan. Diğer uzuvları telin eder. İnsanı Rabbü’l-Alemin’in huzurunda, mahşer yerinde rezil eder.
İsra Suresi’nin 14. ayetinde bildirildiği üzere, mahşer günü amel defterleri açıldıktan sonra şöyle buyurulacak: “Oku kitabını, bugün sana hesap sorucu olarak nefsin yeter.”
Dünyadayken nefsiyle mücadele edene Allah’ın yardımı yetişir, kulunu yalnız bırakmaz. O yüzden nefsin dünyadaki eziyeti zayıftır, insanın sabretmeye gücü yeter. Ama kıyamet günü artık imtihan bitmiş, insan nefsiyle baş başa kalmıştır.
Evliyaullah buyurmuşlar ki, dünya, şeytan ve nefs insanın düşmanıdır. Kim ki zühd yolunu tutar da dünyanın vesvesesine uymamak suretiyle şeytandan; şehvetlerini terk etmekle de nefsten korunursa, Allah’ın makbul, sevgili bir kulu haline gelir.
İnsan işte o zaman her şeyin tek sahibi Allah Tealâ’nın mülkünde korkudan, şeytanın ve nefsin şerrinden emin olup, said kullar arasına katılır.
Nefs Terbiyesi
Nefs Terbiyesi
Mehmet Ildırar | Şubat 2013 | SOHBET

Kendimizi yani nefsimizi terbiye etmezsek, Allah korusun, yolumuz cehenneme çıkabilir. Bu yüzden vakit kaybetmeden nefsin terbiyesi için çaba göstermek gerekir. Bunun en büyük, en etkili adımı da kâmil bir mürşidin elinden tutmaktır. Allah Tealâ’nın izniyle kâmil mürşidin yardımı, himmeti nefsimizin ayartıcılığına karşı koyup kurtulmamıza vesile olur.
Terbiye olmamış benliğimizin yani nefsimizin başımıza sardığı türlü belalar var. Bunlardan biri dünyalık emelleri yakın, eceli uzak göstermesidir. Sürekli dünyalık menfaatler, hazlar için hayal kurup, onları elde edeceği ümidiyle insanı oyalar. Param pulum, evim arabam, makam mevkim, itibarım olsun diye ister durur. Sanki dünya sonu olmayan bir yermiş gibi daima bunlara dair planlar yapmakla günlerini geçirir. Bahanesi de vardır. “Dünya için bunlar da şart!” diye diye, peşinden kovalamakta olan ecelinin ciddiyetini kavrayamaz, ahiret hesabını idrak edemez.
Bu halin tedavisi için insan kendisini içtenlikle tövbe etmeye zorlamalı, Allah’tan korkmalı, salih amellerle, zikrullahla vaktini değerlendirmelidir. Her şeyden önce nefsini küçük görmelidir. İnsan kendisine zarar verene kıymet vermez. İsterse en yakını olsun… Kişi nefsini böyle görmelidir. Nefis baştan atılacak bir şey değil. Israrla zarar da veriyor. Öyleyse ıslahı için çalışılmalıdır. Bu çabanın bir yerinden itibaren o da tatmin bulacak, insan rahat edecektir.
Nefsin en açık kusurlarından biri de başkalarının hatalarını bulup onlarla uğraşmaktır. Onun bu haline mutlaka karşı çıkıp, “Senden kusurlusu yok!” demelidir. Gerçekten de öyledir, herkesin kendi nefsi kendisi için en kusurlu, en zararlı mahluktur. Başkalarının ki değil, insanın kendi nefsi başına beladır. Onun bize yaptığı kötülükleri başka kimse yapamaz.
Allah Rasulü s.a.v. Efendimiz buyurmuştur ki: “Kim bir müslüman kardeşinin kusurunu örterse, Allah da onun kusurunu örter.” Bu büyük müjdeden nasipdar olmak için arifler başkalarının kusurlarını aramak yerine kendi nefisleriyle meşgul olmuşlardır. Allah Tealâ hazretleri de onların nefislerini temizlemiştir.
Hallac-ı Mansur k.s. hazretlerinin oğlu anlatıyor:
“Babamın idam edileceği günün gecesiydi. Ona dedim ki:
– Kıymetli babam, seninle son gecemdir, bana nasihat et. Şöyle dedi:
– Nefsin seni bir meşguliyete düşürmeden sen onu ilahî meşguliyete sok. Eğer başıboş bırakırsan seni hayvaniyetin içine çeker. Sonra da şöyle devam etti:
– Sen öyle bir şeyle ahirete hazırlık yap ki, onun bir zerresi bile insanların ve cinlerin amelinden üstündür.
– Baba, o şey nedir, diye sordum.
– Allah Tealâ’yı bilmek ve sevmektir, dedi.”
Ebu Abdullah el-Hadremî hazretleri de nefsine sahip olmak için yirmi yıl dünya kelamı konuşmamış bir velidir. Kendisine “Tasavvuf nedir?” diye sorduklarında şu ayetle cevap vermiştir:
– “Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde sadakat gösteren niceleri var…” (Ahzab, 23).
O sadık erler, nefislerinin yönlendirmelerini dizginlerler. Kalp ve ruhları marifet ve muhabbet ister. Zikir ve Allah sohbeti onların gıdasıdır. Artık nefsimizin dizginlerini ele alma zamanıdır. Bu çok büyük, çok kıymetli, hiçbir bahaneye kulak asmadan ardına düşülecek bir iştir
Dünya Hayatı ve Nefis
Dünya Hayatı ve Nefis
Mehmet Ildırar | Şubat 2000 | DİĞER YAZILAR
Rasul-i Ekrem (A.S.) Efendimiz, bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Mümin beş güçlük arasındadır. Karşısındaki mümin olur, kendisine hased eder. Münafık olur, gizli düşmanlık eder. Kâfir olur, kendisiyle savaşır. Şeytan saptırmaya çalışır. Nefsi ise kendisi ile çekişir durur.”
Şeytanın saptırmaya çalışması o derecede olur ki, mümini kâfir etse dahi hıncını, intikamını alamaz. Kâfir ettikten sonra insanın yüzüne tükürür ve “sen benden de aşağı imişsin. Ben Allah’a küfrettim ama inkâr etmedim. Sen Allah’ı inkâr edecek kadar şiddetli küfre girdin.” der.
İskender Ataullah Hazretleri (K.S.), Hikemü’l-Ataiyye’de, “Şeytana düşmanlık edildi, yardım ve rahmete ulaşıldı. Dost olundu, ama hiçbir dostuna vefa ve merhamet ettiği görülmedi” buyuruyor.
Müminin beşinci güçlüğü, nefsinin kendi ile çekişip durmasıdır demiştik. Nefsin mizacı da şeytandan aşağı değildir. Onun da merhameti yoktur. Emmare makamında bulunuyorsa insanı azdırmaya çalışır. Allah’ın dinini asla sevmez. Kur’an-ı Kerim’in hükümlerini beğenmez ve düşman kesilir.
İnsanın nefsi, esfel-i safilinde yani aşağıların aşağısında bulunduğu ve kötülüklerin anası olduğu için, kötülükle ortaya çıkmaya başlayınca, şeytan da yaklaşmaya başlar.
İnsan bu beş zorluk arasında daima mücadele halinde ve uyanık bulunmalıdır. Onun için Allahu Tealâ, “… nefsini hevâsından men ederse varacağı yer cennettir” (Naziat/40-41) buyuruyor. Heva, nefsin sıfatıdır. Gazap ve şehvet lezzetine heva denir. Bu asır insan hevasını körükleyen bir asırdır. Kim nefsini hevasından uzak tutarsa cennetle müşerref olur.
Anlaşılacağı üzere, nefsin meydanı dünyadır. İnsanın üç büyük düşmanından birincisinin dünya, ikincisinin nefis, üçüncüsünün şeytan olduğunu biliyoruz. Allahu Tealâ ayet-i kerimelerle, Rasulullah(A.S.) Efendimiz de hadis-i şeriflerle dünyanın gidişatına uyarak ahiret bozgununa uğramamamızı istemiştir.
Ulemanın belirttiğine göre dünya Allah’a ve Allah’ın dostlarına düşmandır. Dünya perdedir. Dünyanın asliyeti geçici, yaratılıştaki sıfatı cazibeli, aldatıcı ve nefsin yaratılışına uygundur. Dünya şeytanın yemidir. Dünyanın cazibe ve güzelliği olmasaydı, ne şeytan insana hücum edebilir, ne de nefis insanı ahiret yolundan alıkoyabilirdi. Anlaşılıyor ki dünyanın hakikatı, faniliği ile birlikte aldatıcıdır da.
Bir kimse Hazret-i Ali (R.A.) Efendimiz’e “dünyayı anlatır mısınız?” diye sorduğunda, Hz. Ali şöyle buyurdu: “Sağlamı hasta, emniyette olanı pişman olacak. Fakiri mahzun, zengini ise helalinin hesabı, haramının azabına düşecek. Şüpheli şeyler için de azarlanacaktır. Size bunun daha neyini anlatayım.”
Rasulullah (A.S.) Efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurdu: ”Kıyamet gününde bir adamı Allah’ın huzuruna getirirler. Kazancı haram, masrafı da haramdır. ‘Bunu cehenneme götürün’ denir. Başka bir adamı getirirler. Helal kazanmış, haram sarfetmiştir. Onu da cehenneme gönderirler. Bir diğeri de haramdan kazanmış, helale sarfetmiştir. Onu da cehenneme gönderirler.
Sonra başka birini getirirler. Helalden kazanmış, helale sarfetmiştir. Ona, bu serveti kazanırken farzlardan bir ibadeti geçirip geçirmediğini sorarlar. Hiçbir farzı bırakmadığını açıklar. Bu servete birinin hakkı geçti mi; mesela işçilerinin ve hayvanlarının hakkını verdin mi? diye sorarlar. Onları da verdiğini söyler. Bakmakla mükellef olduğu kimselere vaktinde nafakalarını ulaştırıp ulaştırmadığını sorarlar. Bu sırada çalıştırdığı kimseler getirilir, hakları karşılaştırılır. O da temiz çıkınca, ‘Verdiğimiz nimetlere karşı ne gibi şükürde bulundu? Onun hesabını görelim.’ derler.”
Şükür, Allah’ın verdiği nimetlerle Allah’a isyan etmemektir. Bir kimse parayı Allah’ın rızası olan yerlerde şükrederek kullanmadıysa cennete giremez. Anlaşılıyor ki, insan hayatı nefsin, şeytanın ve dünyanın türlü halleriyle meşgul edilmektedir. Dünya, önce yaldızlı şeylerle insanı aldatır, sonra helâk eder.
İsa A.S.’a dünya, yaşlı, zayıf, çirkin fakat süslenmiş bir kadın suretinde görünmüş ve onunla şöyle konuşmuştur. İsa A.S. soruyor:
- Kaç kere evlendin?
- Sayılmayacak kadar çok evlendim.
- Bir kadın ömründe şu kadar evlenir. Sen sayılmayacak kadar çok evlendiğini söylüyorsun. Kocalarına ne oldu? Öldüler mi, boşandılar mı?
- Hiç boşama olmadı. Hepsini ben öldürdüm.
- Geçmiş kocalarını teker teker nasıl öldürdüğünü düşünmeyip, onlardan ibret almadan seninle evlenecek yeni kocaların vay haline!
A’la bin Ziyad (R.A.) şöyle buyuruyor: “Rüyamda yaşlı, derisi buruşmuş, fakat üzerinde her türlü süs ve zinet eşyası bulunan bir kadın gördüm. İnsanlar etrafında toplanmış, şaşkın şaşkın onu seyrediyorlardı. Ben onların bu haline şaşırdım ve kadına kim olduğunu sordum. Kadın, “yazık sana, beni bilemedin mi? Ben dünyayım” deyince, ben “senin şerrinden Allah’a sığınırım” karşılığını verdim. Bunun üzerine kadın, “benden kurtulmak istersen, mala, paraya, şöhrete önem verme” diye konuştu.
Kur’an-ı Hakim’de, “Bu dünyada âmâ olan, ahirette de âmâ olur…” (İsra/72) buyurulmuştur. Yani bu dünyada güzel ahlâk ve sünnet-i seniyyeye sarılmadınsa, basiretini açıp aklını işletemedinse, öbür dünyada da öyle dirileceksin. Bu bakımdan tasavvuf ehli, baş gözünün değil kalp gözünün görmesini gerekli görür. Onun için kalp gözü açılmayan âmâdır ve ehl-i dünyadır. İşte dünya ile nefis meselesi budur.
Kemalât, dede olmakta, çok para kazanmakta değil reşid olmadadır. Medeni kanuna göre reşidlik onsekiz yaşındadır. Ehl-i tasavvufta reşid olmak, Rabbini bilmekle ve iman hakikatlarını idrak ile mümkündür. Onun için, yetmiş yaşında çocuklar, yirmi yaşında er kişiler vardır.
Rasul-ü Ekrem (A.S.) Efendimiz buyuruyor: “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.” Yani gafletten kurtulamazlar ve tabii ölümle diğer aleme geçerler. Gerçekte iki türlü ölüm vardır: Tabii ölüm ve kişinin kendi iradesi ile ölüm. Bu hadis-i şerife göre, tabii ölümle uyanmayı bekleme. Şimdiden rahmete ulaşacak hallere yapış ve iradî ölümle öl. Yani nefsinin arzularını kırmak için bir mürşid-i kâmilde terbiye ol.
İtminan makamına ulaşmak, dünya vatanında iken nefse hakim olmakla olur. Bu da kalp görüşü yani ferasetle olur. Kalp gözünün görmesinden maksat, nefsin ıslahıdır. Bunun çaresi gurur yurdundan çıkmaktır.
Ey ehl-i dünya! Gurur sahiplerinin halleri, onların perdesidir ki bağ, bahçe, köşk, çiçek, havuz vs. ile meşgul oluyor, gönüllerini onlara bağlıyor ve ömürlerini onlara sarfediyorlar da, Kur’an-ı Kerim’de yazılı olan şu ilahi kelâmı hiç görmüyorlar: “Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Ahiretten ise tamamen gafildirler.” (Rum/7)
Bu asırda nefsi eğlendiren safa çok fazladır. Sabahleyin gazete ile başlayan gaflet, gece yarısına kadar televizyonla devam ediyor. Siyaset çekişmeleri ile müminler birine küsüyor. Allahu Tealâ cümlemize inayet eylesin ve anlayış versin. Amin.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)